23 Temmuz 2017 Pazar

ANALİZLER

Magazin basını, kimin kiminle ne yaptığını değil de kimin hangi ruh haliyle neyi, niçin yaptığını takip etme aracı benim açımdan. İnsanı kapsayan herşey psikolojiyi de ilgilendiriyor, dolayısıyla rehberlik ve psikolojik danışma okumuş beni de.

En son Alişan, nişanlısı ile ilgili bir röportaj vermiş. Ayağına terlik getirmesini beklediği, cumhurbaşkanına söz verdiği  ve yaşı 41 olduğu için evlenmeye karar verdiği, çok seksi, cazip ve güzel kategorisine girmediği için eş olarak seçtiği gibi satır başları var röportajın. Bir grup, kadını yerin dibine soktuğu için boğazlamak istiyor Alişan'ı, bir grup ise kendinden buluyor, bağrına basıyor. Beni de zaten röportajdan çok, bu yorumlar bitiriyor:) Sosyoloji okunsa tez yazılır, doktora derecesi alınır, o derece!

Bir kısım kadın için, erkeğe terlik sunmak, ayağını yıkamak (o suyu ziyan etmeyip içmek, iyi iğrençleşmeyeyim!), erkeği hürmet edilesi bir varlık olarak girmek bir yaşam biçimi, bunu biliyoruz.

Okuyup meslek sahibi olsa da, maddi olarak eşine bağımlı olmasa da bazı kadınların mayası, eşit şartlarda devgi, saygı ve güven ilişkisine uymuyor. Bünye, erkeği hep olmazsa olmaz, o olmadan yaşanmaz, gitmemesi için hizmetten ödün verilmez bir korunmaz duruma sokuyor. Eşit bir düzlemde, mutlu ve huzurlaysa bir erkeği hayatında tutan kadından temel farkları,mizahtan öte yetiştirilme tarzı bence yani işin psikolojik boyutundan daha baskın sosyolojik yanı. Ailede kız ve erkek çocuk ayrımı yapılmamış, kızlar erkeğin yatağını, yemeğini hazırlamaya amade yetiştirilmemiş, birey olarak değerli kılınmışsa büyüdüğünde illa bir erkekle var olma derdi olmuyor kadının. Evli ya da bekar, yalnız ya da partnerli hep aynı dik duruş sağlanabiliyor o zaman, kendisine değer vermeyen karşı cinse sırt dönebilme tavrı da.

Ha sanmam ki, bu açıklamalardan sonra nişanlısı Alişan'ı terketsin. 5 yıl önce tanışmış, adam arada defalarca başkalarıyla evlenme planları yapmış, artık cumhurbaşkanına evlilik sözü verdiğinde ona denk gelmiş! O böyle baksa, evliliğe tutulacak söz diye bakan bir adama bulaşmazdı zaten!

Uzun lafın kısası, bu tarz ilişkileri  ve yaklaşımları görünce, " İyi ki kızımız olmuş!" diye büyüten, ters düştüğümüz anlarda bile sesimizi baskılamayan tüm aileme teşekkür edesim geliyor. Bugün kaybedeli tam 2 yıl oldu ama dik.duruşlu anneannem hepimizde çok etkili. O bazı açılardan bize göre daha geleneksel olsa da, ailedeki tüm kadınlar onun sayesinde dimdik!

ANALİZLER

Magazin basını, kimin kiminle ne yaptığını değil de kimin hangi ruh haliyle neyi, niçin yaptığını takip etme aracı benim açımdan. İnsanı kapsayan herşey psikolojiyi de ilgilendiriyor, dolayısıyla rehberlik ve psikolojik danışma okumuş beni de.

En son Alişan, nişanlısı ile ilgili bir röportaj vermiş. Ayağına terlik getirmesini beklediği, cumhurbaşkanına söz verdiği  ve yaşı 41 olduğu için evlenmeye karar verdiği, çok seksi, cazip ve güzel kategorisine girmediği için eş olarak seçtiği gibi satır başları var röportajın. Bir grup, kadını yerin dibine soktuğu için boğazlamak istiyor Alişan'ı, bir grup ise kendinden buluyor, bağrına basıyor. Beni de zaten röportajdan çok, bu yorumlar bitiriyor:) Sosyoloji okunsa tez yazılır, doktora derecesi alınır, o derece!

Bir kısım kadın için, erkeğe terlik sunmak, ayağını yıkamak (o suyu ziyan etmeyip içmek, iyi iğrençleşmeyeyim!), erkeği hürmet edilesi bir varlık olarak girmek bir yaşam biçimi, bunu biliyoruz.

Okuyup meslek sahibi olsa da, maddi olarak eşine bağımlı olmasa da bazı kadınların mayası, eşit şartlarda devgi, saygı ve güven ilişkisine uymuyor. Bünye, erkeği hep olmazsa olmaz, o olmadan yaşanmaz, gitmemesi için hizmetten ödün verilmez bir korunmaz duruma sokuyor. Eşit bir düzlemde, mutlu ve huzurlaysa bir erkeği hayatında tutan kadından temel farkları,mizahtan öte yetiştirilme tarzı bence yani işin psikolojik boyutundan daha baskın sosyolojik yanı. Ailede kız ve erkek çocuk ayrımı yapılmamış, kızlar erkeğin yatağını, yemeğini hazırlamaya amade yetiştirilmemiş, birey olarak değerli kılınmışsa büyüdüğünde illa bir erkekle var olma derdi olmuyor kadının. Evli ya da bekar, yalnız ya da partnerli hep aynı dik duruş sağlanabiliyor o zaman, kendisine değer vermeyen karşı cinse sırt dönebilme tavrı da.

Ha sanmam ki, bu açıklamalardan sonra nişanlısı Alişan'ı terketsin. 5 yıl önce tanışmış, adam arada defalarca başkalarıyla evlenme planları yapmış, artık cumhurbaşkanına evlilik sözü verdiğinde ona denk gelmiş! O böyle baksa, evliliğe tutulacak söz diye bakan bir adama bulaşmazdı zaten!

Uzun lafın kısası, bu tarz ilişkileri  ve yaklaşımları görünce, " İyi ki kızımız olmuş!" diye büyüten, ters düştüğümüz anlarda bile sesimizi baskılamayan tüm aileme teşekkür edesim geliyor. Bugün kaybedeli tam 2 yıl oldu ama dik.duruşlu anneannem hepimizde çok etkili. O bazı açılardan bize göre daha geleneksel olsa da, ailedeki tüm kadınlar onun sayesinde dimdik!

20 Temmuz 2017 Perşembe

90LARA GÜZELLEME

Harun Kolçak'ın ölümü sonrası, YouTube'da şarkı altlarına yazılan yorumlara, ekşi sözlük yorumlarına falan baktım. Bir kısmı yani 90ları yaşamış olanlar, o zamanlarda çocuk ya da ergen olanlar "geçmişini kaybettiğini" yazmış.

Aynı kuşaktan olan ben de, o devirlerden kim vefat etse, garip bir iç burkulması hissediyorum nedense. Harun Kolçak, sesini çok beğendiğim ama şarkılarını her zaman sevmediğin bir isimdi mesela ve aynı hissi yine yaşadım. Ha Ben Sizin Babanızım diyen Barbaros Hayrettin'e birşey olsa aynı derecede burulur muyuz bilmem :)

90ların çocuk ve ergenleri, o günleri hatırlatan herşeye biraz daha duygusal yaklaşıyoruz, o dönemin naif, dertsiz ve tasasız halini özlüyoruz sanki (Çok sevmediğin ortaokul yıllarının bir kısmı denk  gelse de hissim aynı.) Sadece çocuk olduğumuz için bize tozpembe göründüğü için değil, dünyanın genel hali bugünden daha korunaklı olduğu için belki de!

90LARA GÜZELLEME

Harun Kolçak'ın ölümü sonrası, YouTube'da şarkı altlarına yazılan yorumlara, ekşi sözlük yorumlarına falan baktım. Bir kısmı yani 90ları yaşamış olanlar, o zamanlarda çocuk ya da ergen olanlar "geçmişini kaybettiğini" yazmış.

Aynı kuşaktan olan ben de, o devirlerden kim vefat etse, garip bir iç burkulması hissediyorum nedense. Harun Kolçak, sesini çok beğendiğim ama şarkılarını her zaman sevmediğin bir isimdi mesela ve aynı hissi yine yaşadım. Ha Ben Sizin Babanızım diyen Barbaros Hayrettin'e birşey olsa aynı derecede burulur muyuz bilmem :)

90ların çocuk ve ergenleri, o günleri hatırlatan herşeye biraz daha duygusal yaklaşıyoruz, o dönemin naif, dertsiz ve tasasız halini özlüyoruz sanki (Çok sevmediğin ortaokul yıllarının bir kısmı denk  gelse de hissim aynı.) Sadece çocuk olduğumuz için bize tozpembe göründüğü için değil, dünyanın genel hali bugünden daha korunaklı olduğu için belki de!

15 Temmuz 2017 Cumartesi

KAYNAŞTIRMA


Bir önceki yazıma Öğrenen Anne, bizdeki kaynaştırma eğitiminin ne durumda olduğunu soran bir yorum yazmış. Hem ona bir cevap olsun bu yazı, hem de merak edenlere genel bir gözlem yazısı.

1- Bir çocuğun kaynaştırma eğitimine yani Bireyselleştirilmiş Eğitim Programı"na tabi olması için, öncelikle okul rehber öğretmeni ya da  PDR mezunlarının tercih ettiği adıyla okul psikolojik danışmanı ya da öğretmen tarafından tespit edilmesi gerekiyor. Rehberlik Araştırma Merkezi ve uzman hekim yönlendirmesi ise ancak velinin ikna edilmesiyle mümkün. Yani en önemli adım: VELİNİN DURUMU KABULÜ.

2- Velilerin bir kısmının çekincesi, çocuğun etiketlenmesi ve bu raporun resmi olması nedeniyle ürküyorlar. Fiziksel engelde kabul daha kolayken, psikolojik ve zihinsel sorunlarda etiketlenme daha çok endişe yaratıyor. BEPli öğrenci gibi bir tanım var dilden dile ve çocuk dışında sınıf arkadaşları da raporlu olduğunu biliyor eğer öğretmen boşboğazsa. Özel durumun saklanması değil burada beklenen ama damgalamaktan kaçınmak gerek kanımca, bu da ince bir sınır.

3- Çocuğun muaf olmadığı derslerden - örneğin işitme engeli olan yabancı dilden muaf- o dersin öğretmeninin BEP planı denen, o çocuğun seviyesine uygun ayrı bir plan hazırlaması gerekiyor. Sınavlarda da diğer çocuklardan ayrı, onun seviyesine uygun sorular hazırlanması sürecin gereği.

4- BEP raporu olan öğrenci için ayrıca Destek Odası Eğitimi denen, sınıf dışında bireysel ya da aynı durumdaki birkaç öğrenciyle ders görebileceği sınıf açılması da mümkün. Bu, öğretmenin tasarrufunda, en azından uygulama öyle.

5- Kişisel gözlemim, daha önceki yıllarda ayrı program hazırlamak eziyetli diye kaynaştırma öğrencisine denk gelmek istemeyen öğretmen grubu, Destek Eğitim Odası % 25  fazla ek ders kazandırıyor diye sevinir durumda. Bunu bu yıl idarecilere de, öğretmenlere de söyledim dayanamayıp! Çünkü bizim okulda yarış haline geldi bir ara, het açan ötekini eleştirdi, kendisininkini gerekli buldu sadece. Ek ders zamanı da, oturup para hesapladı.

Çocuğun ekstra ve bireysel eğitim alma şansı güzel ama eğitim verecek donanımlı personel lazım. Hiçbirinizin birer günlük seminerler dışında eğitimi yok, bu ayrı bir uzmanlık alanı. MEB, Hizmetiçi Eğitim'de de kurslar açıyor ama haftalık bunlar ve sınırlı sayıda kişi alınıyor, torpil döndüğü de hep konuşuluyor.

6- Geçen yaz ve bu yaz, okulların tam güne geçmesiyle okullarında fazlalık yani norm fazlası durumuna düşen öğretmenlere Özel Eğitim Kursu açıldı her ilde. Normalde bilirsiniz 4 yıllık bölümler Özel Eğitim alanındakiler, ister üstün zekalı olsun, ister işitme engeli het biri ayrı uzmanlık gerektirir. Bu kurs ise, boş oturacak öğretmene istihdam alanı yaratmak ve alan mezunu az olduğu için yerini doldurmak amaçlı açılıyor. Bizim okulda, bir sınıf öğretmeni aldı bu eğitimi bu yaz, seneye özel eğitim sınıfı açacak mesela.

7- Öğretmenlerle ilgili yanlış bulduğum uygulamalara karşı savunmacı yazılar yazdığım kadar deli gibi eleştirel olduğumu bilirsiniz.  Bu BEP uygulaması, öğretmeni ayrı sınıf açacaksa maddi olarak ihya eden (% 25 fazlalık 13 TL gibi birşey!) gibi görülüyor bazı açgözlüler tarafından ama ortada uzman olunmayan bir eğitim sizkonusu. Bir de, 30-40 kişilik sınıflarda, kime neyin bireyselleştirilmiş eğitimi diye de gülerler adama.

Yani iyi niyetli bir çaba ama yetersiz ve aciz bence. Çocuğu kaynaştırmaya tabi tutarken sınıfın kaynamaması  nasıl sağlanacak onu düşünen yok. Ders 40 dakika ve her sınıfta bir de raporu olmadığı halde özel durumu olduğu belli bir dolu çocuk var. Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu, Disleksi vs. tavan yapmış durumda ama ailenin gözünde çocuk çok akıllı, bu yüzden yerinde duramıyor. Özetle, kaynaşırken arada kaynamamak için çok ciddi düzenlemeler lazım sistemde.

Bunlar yaşadıklarım, gözlemlerim ve düşündüklerim. Umarım açıklayıcı olmuştur.


KAYNAŞTIRMA


Bir önceki yazıma Öğrenen Anne, bizdeki kaynaştırma eğitiminin ne durumda olduğunu soran bir yorum yazmış. Hem ona bir cevap olsun bu yazı, hem de merak edenlere genel bir gözlem yazısı.

1- Bir çocuğun kaynaştırma eğitimine yani Bireyselleştirilmiş Eğitim Programı"na tabi olması için, öncelikle okul rehber öğretmeni ya da  PDR mezunlarının tercih ettiği adıyla okul psikolojik danışmanı ya da öğretmen tarafından tespit edilmesi gerekiyor. Rehberlik Araştırma Merkezi ve uzman hekim yönlendirmesi ise ancak velinin ikna edilmesiyle mümkün. Yani en önemli adım: VELİNİN DURUMU KABULÜ.

2- Velilerin bir kısmının çekincesi, çocuğun etiketlenmesi ve bu raporun resmi olması nedeniyle ürküyorlar. Fiziksel engelde kabul daha kolayken, psikolojik ve zihinsel sorunlarda etiketlenme daha çok endişe yaratıyor. BEPli öğrenci gibi bir tanım var dilden dile ve çocuk dışında sınıf arkadaşları da raporlu olduğunu biliyor eğer öğretmen boşboğazsa. Özel durumun saklanması değil burada beklenen ama damgalamaktan kaçınmak gerek kanımca, bu da ince bir sınır.

3- Çocuğun muaf olmadığı derslerden - örneğin işitme engeli olan yabancı dilden muaf- o dersin öğretmeninin BEP planı denen, o çocuğun seviyesine uygun ayrı bir plan hazırlaması gerekiyor. Sınavlarda da diğer çocuklardan ayrı, onun seviyesine uygun sorular hazırlanması sürecin gereği.

4- BEP raporu olan öğrenci için ayrıca Destek Odası Eğitimi denen, sınıf dışında bireysel ya da aynı durumdaki birkaç öğrenciyle ders görebileceği sınıf açılması da mümkün. Bu, öğretmenin tasarrufunda, en azından uygulama öyle.

5- Kişisel gözlemim, daha önceki yıllarda ayrı program hazırlamak eziyetli diye kaynaştırma öğrencisine denk gelmek istemeyen öğretmen grubu, Destek Eğitim Odası % 25  fazla ek ders kazandırıyor diye sevinir durumda. Bunu bu yıl idarecilere de, öğretmenlere de söyledim dayanamayıp! Çünkü bizim okulda yarış haline geldi bir ara, het açan ötekini eleştirdi, kendisininkini gerekli buldu sadece. Ek ders zamanı da, oturup para hesapladı.

Çocuğun ekstra ve bireysel eğitim alma şansı güzel ama eğitim verecek donanımlı personel lazım. Hiçbirinizin birer günlük seminerler dışında eğitimi yok, bu ayrı bir uzmanlık alanı. MEB, Hizmetiçi Eğitim'de de kurslar açıyor ama haftalık bunlar ve sınırlı sayıda kişi alınıyor, torpil döndüğü de hep konuşuluyor.

6- Geçen yaz ve bu yaz, okulların tam güne geçmesiyle okullarında fazlalık yani norm fazlası durumuna düşen öğretmenlere Özel Eğitim Kursu açıldı her ilde. Normalde bilirsiniz 4 yıllık bölümler Özel Eğitim alanındakiler, ister üstün zekalı olsun, ister işitme engeli het biri ayrı uzmanlık gerektirir. Bu kurs ise, boş oturacak öğretmene istihdam alanı yaratmak ve alan mezunu az olduğu için yerini doldurmak amaçlı açılıyor. Bizim okulda, bir sınıf öğretmeni aldı bu eğitimi bu yaz, seneye özel eğitim sınıfı açacak mesela.

7- Öğretmenlerle ilgili yanlış bulduğum uygulamalara karşı savunmacı yazılar yazdığım kadar deli gibi eleştirel olduğumu bilirsiniz.  Bu BEP uygulaması, öğretmeni ayrı sınıf açacaksa maddi olarak ihya eden (% 25 fazlalık 13 TL gibi birşey!) gibi görülüyor bazı açgözlüler tarafından ama ortada uzman olunmayan bir eğitim sizkonusu. Bir de, 30-40 kişilik sınıflarda, kime neyin bireyselleştirilmiş eğitimi diye de gülerler adama.

Yani iyi niyetli bir çaba ama yetersiz ve aciz bence. Çocuğu kaynaştırmaya tabi tutarken sınıfın kaynamaması  nasıl sağlanacak onu düşünen yok. Ders 40 dakika ve her sınıfta bir de raporu olmadığı halde özel durumu olduğu belli bir dolu çocuk var. Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu, Disleksi vs. tavan yapmış durumda ama ailenin gözünde çocuk çok akıllı, bu yüzden yerinde duramıyor. Özetle, kaynaşırken arada kaynamamak için çok ciddi düzenlemeler lazım sistemde.

Bunlar yaşadıklarım, gözlemlerim ve düşündüklerim. Umarım açıklayıcı olmuştur.


7 Temmuz 2017 Cuma

ENGELLER

Şarkıcı Çılgın Sedat'ın (bu da nasıl bir unvansa!) engelli oğlu için " Hayvana benziyor." yorumları yapan yaratıkların olduğunu okumuş ya da izlemişsinizdir belki. Aynı günlerde haber spikeri Sonay Dikkaya'nın işini gücünü bırakıp Orlando'ya yerleştiğine dair bir röportajına denk geldim. 4 yaşında otizm tanısı almış oğluyla meraklı ve eleştirel gözlerden uzak, otizmi anlayan insanlarla yaşamanın konforundan bahsediyordu.

Engellilerin ya saklanıp evlere hapsedildiği, görmezden gelinip yok sayıldığı ya da gözlerin dikildiği, farklı olduklarını bakışlarla anlattığımız bir coğrafyadayız maalesef. Biri çok yakın olmak üzere iki engelli arkadaşım var ve bunlar derecelerle üniversiteye girmiş, akademik kariyer de yapan meslek sahibi insanlar. Buna rağmen, o dikizci bakışlar tüm başardıklarını ezip geçen delici bir bakış olabiliyor. Sanki karşısındaki bir sirk hayvanı (onların çektiği de ayrı hikaye!) ve izlenmek için bu dünyaya gelmiş sanki.

Özellikle daha önce bir yazımda bahsettiğim G. (doğuştan vücudunun bir kısmı felçli) ile bir yere gittiğimizde gözlerimle o gözleri yiyelim geliyor, yanında birşey söylesem o kırılacak diye susup kalıyorum. Görme engelli M.ile aynı tez danışmanının mağdurları ( ne zamandır bahsetmemiştim değil mi? :) olarak bir arkadaşlığımız başladı. G. ile olduğu kadar mesai harcamadık beraber ama en son Denizli' de bayağı birlikte zaman geçirdik. Yine o tanıdık bakışlara maruz kaldık. Kongrede sunu yaparken hayran bırakan bir performans ve sonrasında engelini fark edince meraklı bakışlar...

Engelli adayları olarak birlikte yaşamayı öğrenmek için bir sempozyumda dinlediğim Doç. Dr. Hande Sart'ın dediği gibi tekerlekli sandalyeye oturup empati alıştırmaları yapmak yerine engelli arkadaş edinmek mi doğru yol bilmiyorum çünkü ben ne kadar yol aldım emin değilim. Sadece çocukken evlerine misafirliğe gittiğimizde, annemin arkadaşının Down sendromlu oğlu kolonya tuttuğunda ondan ürken çocuk değilim artık!


ENGELLER

Şarkıcı Çılgın Sedat'ın (bu da nasıl bir unvansa!) engelli oğlu için " Hayvana benziyor." yorumları yapan yaratıkların olduğunu okumuş ya da izlemişsinizdir belki. Aynı günlerde haber spikeri Sonay Dikkaya'nın işini gücünü bırakıp Orlando'ya yerleştiğine dair bir röportajına denk geldim. 4 yaşında otizm tanısı almış oğluyla meraklı ve eleştirel gözlerden uzak, otizmi anlayan insanlarla yaşamanın konforundan bahsediyordu.

Engellilerin ya saklanıp evlere hapsedildiği, görmezden gelinip yok sayıldığı ya da gözlerin dikildiği, farklı olduklarını bakışlarla anlattığımız bir coğrafyadayız maalesef. Biri çok yakın olmak üzere iki engelli arkadaşım var ve bunlar derecelerle üniversiteye girmiş, akademik kariyer de yapan meslek sahibi insanlar. Buna rağmen, o dikizci bakışlar tüm başardıklarını ezip geçen delici bir bakış olabiliyor. Sanki karşısındaki bir sirk hayvanı (onların çektiği de ayrı hikaye!) ve izlenmek için bu dünyaya gelmiş sanki.

Özellikle daha önce bir yazımda bahsettiğim G. (doğuştan vücudunun bir kısmı felçli) ile bir yere gittiğimizde gözlerimle o gözleri yiyelim geliyor, yanında birşey söylesem o kırılacak diye susup kalıyorum. Görme engelli M.ile aynı tez danışmanının mağdurları ( ne zamandır bahsetmemiştim değil mi? :) olarak bir arkadaşlığımız başladı. G. ile olduğu kadar mesai harcamadık beraber ama en son Denizli' de bayağı birlikte zaman geçirdik. Yine o tanıdık bakışlara maruz kaldık. Kongrede sunu yaparken hayran bırakan bir performans ve sonrasında engelini fark edince meraklı bakışlar...

Engelli adayları olarak birlikte yaşamayı öğrenmek için bir sempozyumda dinlediğim Doç. Dr. Hande Sart'ın dediği gibi tekerlekli sandalyeye oturup empati alıştırmaları yapmak yerine engelli arkadaş edinmek mi doğru yol bilmiyorum çünkü ben ne kadar yol aldım emin değilim. Sadece çocukken evlerine misafirliğe gittiğimizde, annemin arkadaşının Down sendromlu oğlu kolonya tuttuğunda ondan ürken çocuk değilim artık!